Secrets & Lies - Mike Leigh
Bad Taste - Peter Jackson
23 Kasım 2008 Pazar
Gönderen Mehmet Okan zaman: 21:13 1 yorum
Etiketler: Avustralya
Awakenings - Penny Marshall
Awakenings - Penny Marshall
À ma soeur! - Catherine Breillat
7 Eylül 2008 Pazar
XXY - Lucía Puenzo
Bir sinema filmi iyi bir hikayeye sahipse ona sırtını dayaması yeterli mi? Bu o filmin "sanat" olmasını sağlar mı yoksa film diye izlediğimiz hikayenin bire görsel olarak okunmasından mı ibarettir?Böyle bıçak sırtı bir hikayenin minimalist dille aktarılması tamam da, sıradanlaşması öykünün ağırlığı altında ezmiyor mu filmi?
Bu sorulara cevap bulmak önemli. Çünkü bir filmi(veya başka herhangi bir şeyi) direkt olarak yargılamadan önce anlamaya çalışmak, asıl olarak da yönetmenin ne yapmaya çalıştığını anlamak önemli. Bu kadar sınırda bir konuyu sadece aktaran bir filmi sinemasal bir şey vermiyor diyip kestirip atmak kuşkusuz gaddarlık olur du ama elindeki güçlü, daha doğrusu etkileyici hikayenin üzerine oturup da bütün filmi geçirdikten sonra hikayeyi övgü bombardımanına tutmak da bardağın azıcık dolu tarafını görmek olur kuşkusuz.
Filmin konusu ismi gibi XXY üzerine. Yani Süper dişilik, yani hermafroditlik, yani çift cinsiyetlik. En açık fikirli toplumlar diye gösterilen toplumlarda bile eşcinsellik daha anormalken; hermafroditlik tam bir kapalı kutu. Hermafrodit kimdir?,Çözümü nedir?, Nasıl yaklaşılmalıdır? gibi sorular hala büyük bir muamma iken herhangi bir tarafa kaymadan, kimseyi incitmeden bu konuda film yapmak, dert anlatmak çok zor. Kuşkusuz anlattıklarının içeriği bir sinema filminden çok daha önemli. Gösterişçi bir dille şovenist bir şekilde, lafının nereye gittiğini bilmeden böyle bir hikayeyi bir sinema şovu olarak izlemektense pek tabi bu halini tercih ederim.
Ama illa sadelik demek sıradanlık demek değildir. Aynı şekilde bıçak sırtı olan bir hikayeyi sade bir biçimde bir "sinema sanatı"na dönüştüren Grbavica, 4 Ay 3 Hafta, 2 gün gibi filmleri daha yeni izlemişken böyle bıçak sırtı bir konunun sinema sanatı içinde yıllar sonra bile anacağımız bir şekilde aktarılması, en azından biraz kafa yorulması gerekmez miydi. Hikaye'yi aktaran oyunculara, bir kaç güzel plana ve göze sokula sokula yerleştirilen bir kaç imgeye kamera tutmak mı yönetmenin doğru bulduğu; yoksa böyle ilgi çekici bir konuyu işlemenin rahatlığına mı sahip bize gösterdiği hiç bir yol yok ya da böylesine ince bir konuda olmaması gerekecek kadar kapalı.
Hikayenin güzelliği kadar senaryolaştırmadaki göze batan noktalar o kadar dikkat çekici ki, bunlar kesin senaryolaştırılırken eklenmiştir demeden de duramıyor insan(Kısa bir öyküden uyarlanmış bir senaryo).
Ama sinema tarafını bir kenara bırakarak öyle ya da böyle izlenmeli bu film. Çünkü filmde anlatılanlar çevremizde görmediğimiz, görsek de bilmediğimiz, bilsek de kolay kolay anlamadığmız insanlar; ve bu film bizim gibi olmayan insanların olduğunu, o insanların da bizim gibi olmak zorunda olmadığını iyi anlatıyor. Belki de niye sinema yok diye tepinmek yerine bu noktasına bakmak gerekiyor bilemiyorum
7 Ağustos 2008 Perşembe
Gönderen Mehmet Okan zaman: 00:34 0 yorum
Etiketler: Latin Amerika
Paranoid Park - Gus Van Sant
ABD sinemasında bugünlerde kendine has bir sinema yapan, bu kendine haslığı bile aşmaya çalışan ender isimlerden biri Gus Van Sant. en Hollywood'a yakın duran, en "kendinin olmayan" filmleri Good Will Hunting ve Finding Forrester'da bile bu böyleydi. To Die For gibi filmleri arasında en çok öykü içeren, öykü akışının en piyasaya yakın olduğu filmi bile kendine özel kılabilmişti. 90ların en kötü filmleri arasında eleştirmenlerin ilk üçten çıkarmadığı Pyscho bile tüm kopyacılığının arkasında aslında bir farklılık taşıyordu. 2000lerdeki üçlemesiyle(Gerry-Elephant-Last Days) tam da kendine has stilinin yerleştiği, ustalaştığı bir durumda Paranoid Park gibi bir filmle farklı sulara açılmak da Gus Van Sant'e yakışırdı ancak.
Elephant ve Last Days karakterlerin içine düştüğü boşluğu kendine dert edinmiş; sebepsiz, amaçsız karakterlerin çırpınışlarını buz gibi bir dille anlatan; seyirciyi de bu buz gibi dünyanın boşluğuna bırakmayı çok iyi beceren filmlerdi. Paranoid Park'da ise karakter yaşadığı buz gibi dünyadan çıkışın yolunu buluyor ve eski dünyasıyla çatışmaya başlıyor. Olaylar geliştikçe de bu çatışmalar farklı boyuta kayıyor. Elephant ve Last Days'in karakterlere dışarıdan bir gözle baktığını tam olarak kabul etmesem de bu sefer gerçek anlamda karakterin kendisi oluveriyoruz, özellikle kronoloji ikinci yarıda oturmaya başladıkça.
Tüm kendine has yapısına rağmen bu filmin Sant'in filmografisinde en yakın durduğu film Elephant. Aynen Elephant'daki gibi modern dünyanın sıkışmışlığından kurtulmaya çalışan bir karakterleyiz. Bu sıkışmışlığı Elephant'da karakterler vahşi bir tepkiyle aşmaya çalışırken Paranoid Park'da Alex kaçmaya çalışıyor. Ama başaramıyor. Vicdani rahatsızlığını aşma mücadelesi içinde gene ilk sığındığı kendi dünyası oluyor. Film boyunca bu vicdani kısılmışlığı aşma çabası içinde Alex'i izliyoruz, hep onunla oluyoruz, hatta o oluyoruz. ""spoiler"" Aştığımız anda da bu birlikteliğimiz son buluyor. Ama film bittikten sonra Alex olmaktan çıktığımızda Alex'in bir kağıda dökerek bu sorumluluğu üzerinden atması, vicdani cezasını çekti mi sorunusunu da beraberimizde geliyor""spoiler bitti""
Sant 2000lerde oluşturduğu tarzında, bu sefer ilk defa bu kadar müzik ve efekt kullanımı birebir etkin kullanılıyor. Kaykaylı sahneler, duş sahnesi, final sahnesi, kaza sahnesi bu müzik ve(ya) efekt kullanımıyla eşsiz sahnelere dönüşmüşler ama gene de Last Days ve Elephant'dan kopup gelmiş gibi duran sevişme sahnesi ve kaykaycı gençlerin koridorda yürüdüğü sahneleri tercih ederim.
Sant'in olgunluk eseri olarak görülmesi ise büyük bir hata, çünkü Sant sinemaya başladığından itibaren geçen 20 yılı aşkın süredir anladık ki hiç bir zaman olgunluk eseri vermeyecek, sürekli değişiklik ve farklılık peşinde bir "teenage". Hem kendi çektiği; hem de Tarnation gibi çekilmesine ön ayak olduğu filmlerde dert edindiklerine bakarak bunu rahatça söyleyebiliriz.
10 Temmuz 2008 Perşembe
Dead Man's Shoes - Shane Meadows
Shane Meadows 2000lerin elle tutulur yönetmenlerinden olduğunu ileride önünün gayet açık olduğunu This Is England'da ayan beyan göstermişken onun adının ilk olarak üst saflarda anılmaya başladığı Dead Man's Shoes'u keşfetmek, izleyenler için de dönüp bir daha bakmak gayet güzel bir deneyim. Zamanında yandaki afişten de kolaylıkla anlaşılacağı üzere bir Hollywood korku filmiymişcesine pazarlanan film normal olarak genel kitleyi pek memnun etmedi ama bir sinemaseveri tavlayacak, dönüp bir daha bakmasını sağlayacak dört başı mamur bir eserle karşılaşmanın öneminin büyük olduğunu da gösterdi. Bugün Shane Meadows adının yerleşmesiyle birlikte evet pek korku-gerilim saflarında yerini bulan bir film değil ama bu filmi korku sineması klişeleri kullanmıyor diye de korku-gerilim sinemasından ayırmak da hata olur çünkü korkutan bir film olmasa da önce korkuyu sonra da gerilimi anlatan bir film Dead Man's Shoes. Bir adamın bir avuç serserinin üzerinde yarattığı gerilim bir süre sonra vicdan muharebesine dönüyor ve yön değiştiriyor fakat gücünü aldığı yer bu gerilim.
Geçmişte yaşanan bir olay ve sorumlularının çok derinlere bastırdığı bir olayı unutmayan biri onlara hatırlatmaya başlıyor. Başta umursanmayan bu adam karşısında bu astığım astık serseriler tutulup kalıyor. Adeta adama dokunamıyorlar ve kendilerinin gideceği talihsiz sona doğru ümitsizce bekleyiş içine giriyorlar. Vicdanları, yıllardır atamadıkları pişmanlıkları onları bir anda zayıf kılıyor. Dokunamıyorlar çünkü daha fazla vicdani rahatsızlık katlanabilecekleri bir şey değil. Cezalandırılmayı bekleyen suçlu gibi sonlarını beklemeye başlıyorlar.
Shane Meadows son yılların yüzü belki de en iyi kullanan yönetmeni. Hem Dead Man's Shoes da hem de This Is England'da kişilerin nefretini, korkularını, acizliklerini, azaplarını yüzler daha doğrusu bakışlar sayesinde o kadar iyi aktarıyor ki kullandığı o kadar etkileyici müzik ve görselliğe rağmen tek odak noktası yüz ve bakışlar olarak kalıyor. Bu karakterlerin Anthony ismini duydukları her anda yüzlerinin ve bakışlarının anlattıklarını aktarabilecek belki de tek sanat olan sinemanın gücünden başka bir şey değil ve Shane Meadows gerçekten sinema yapıyor.
Böyle bir film için de Shane Meadows'un ihtiyacını duyduğu şey elbette iyi oyuncular. Hepsi muhteşem oynayan oyuncular bir yana Paddy Considine oyunculuğuyla, oluşturulmasında birebir yardım ettiği karakteriyle filmden ayrı Jake La Motta, Terry Malloy, Private Pyle vs.'nin yanına yazılacak kadar büyük bir eser ortaya koyuyor adeta.
9 Temmuz 2008 Çarşamba
Ex Drummer - Koen Mortier
www.exdrummer.com
http://www.imdb.com/title/tt0812243/
http://beyazperde.mynet.com/film.asp?id=3912&kat=arama
Belçika'dan Yükselen Çığlık
2000ler sineması özellikle son yıllarda sürekli olarak yeni tarz oluşturmanın sıkıntısı içinde bir çok teknolojik deneme içinde kendini tekrarlayadursun; Belçika'dan bir adam çıkıp hiç zorlamadan, gösterişe boğmadan bunu beceriyor, hatta etkilendiği filmlerden bile daha üstün bir iş ortaya koyabiliyor.
Düz bir mantıkla evet Ex Drummer ortaya teknik olarak ortaya yeni bir şey koyduğu yok. Trainspotting, Requiem For A Dream, Fight Club, Snatch gibi birbirinden numune karakterlerin hikayelerini biçimsel bir şovla sunan filmlerden gene bu biçim konusunda sunduğu pek farklı bir şey de yok. Ama bu filmlerde izlediğimiz biçimsel hareketlerin, Ex Drummer'da dogme95 ile birleştiği noktada bambaşka bir şey ortaya çıkıyor, bu absürt hikaye ilginç bir şekilde gerçekçi bir tavır alıyor ve bunu başka bir filmle ifade etmek mümkün değil.
Filmin hikayesi konu sıkıntısı çeken ünlü bir yazarın, bunu aşmak için gençliğinde yaşadığı varoşların içine karışması kısaca. Bunun için her biri birbirinden ilginç ve absürt karakterlerin arasında gezinirken de hikayesini geliştiriyor. ""spoiler""Bir süre sonra da izlediklerimizin gerçekliği ile yazarın kurguladıkları arasında karışıklığa boğuluyoruz ve her bir biçimsel hareket bizi yazarın beynine, bilinçaltına indiriyor. Bu bilinçaltında yazar adeta geçmişinden, o küçük gördüğü punklardan öç alıyor. Onları eziyor, aşşağılıyor, dövüyor, faşizmini boşaltıyor ve yok ediyor.""spoiler bitti""
Tepeden bakıp, vahşetini kustuğu insanlar adeta Belçika'nın üst sınıf bilinçaltını ortaya koyuyor. Funny Games, Cache, Piyanist başta olmak üzere tüm Haneke filmlerinde tamamen gerçekçi bir şekilde yüzümüze vurulan bu ayrımı ve görünmek istenmeyen, bilinçaltına bastırılan nefreti Ex Drummer'da kurgusal bir dünya içinde izliyoruz. 2000lerin sinemasının modası haline gelen seyirciyi rahatsız etme anlayışını uzun zaman sonra gerçekten altının doldurulduğunu ve filmin derdine hizmet ettiğini görüyoruz.
Bu filmi tanımlayacak bir kelime varsa o kelime "sorunlu"dur. Sorunlu bir dünyadaki sorunlu karakterlerin, sorunlu hikayeleri bize anlatılan. Biçimsel kuvveti, post rock-post punk gruplarından oluşan ve enfes sahneler doğuran muhteşem müzikleri, oyunculuk başarıları vs. ise ekstraları. Son yılların en heyecan verici, en dinamik filmlerinden bir Ex Drummer. Her yönüyle "punk" bir film.