Kanaat Önderi Olarak Tarantino

Inglourious Basterds – Quentin Tarantino

Kanaat Önderi Olarak Tarantino

Tarantino’nun ortaya çıkışından itibaren sinemanın gidişatını tamamen değiştirdiği uzun zamandır bir fikir değil gerçek halini aldı. Bu değişimin ister kötü yönde olduğunu ister iyi yönde olduğunu savunalım, gerçek bu, sinema son 20 yılda bambaşka bir evrende. Sinemayı değiştiren bu yönlerinin izlerini belki Godard, De Palma gibi birkaç yönetmende sürebiliriz fakat bu değişim onun eseri, pek laf etmeye hakkımız yok. Belki postmodernizm sinemada tam karşılığını ararken Tarantino’yu buldu ve sinema zaten bu değişimi bekliyordu; belki de Tarantino dişiyle tırnaklarıyla böyle bir sinema yarattı bilinmez ama değişimin kendisi gün gibi ortada.

Tarantino 90larda kendi sinemasını oluştururken adeta bir tür pastişi içinde ortaya koyduğu filmler sinemanın(ve görsel her türlü malzemenin, özellikle popüler kültür öğelerinin) her köşesine o kadar sindi ki 90ların sonuna geldiğimizde bu tür pastişi artı sıkıcı bir hal almış durumdaydı. Kendisi ise o sıralar Jackie Brown ile farklı arayışlar içine girmişti bile. Tam da bu zamanda bir yenilikçi hamle daha yaptı, olayı daha da ileri götürerek Kill Bill ile “film pastişi” diyebileceğimiz tamamen filmlerin bileşiminden oluşan bir film ortaya koydu. Kendisine yakışır bir ileri hamleydi fakat bugün yaptıklarının sinema ve popüler kültüre etkisi o kadar hızlı ki bugüne gelinceye kadar bu da yeteri kadar tüketildi. Son 20 yılda oluşan beklentilerimizin de etkisiyle bu devirde Tarantino’nun yeni arayışlar içine girmesini bekliyorduk. Fakat Inglourious Basterds ile görünen, Kill Bill ile genişlettiği sınırların içinden artık pek çıkmaya niyeti yok. Tarantino o sınırların içinde tüm dünyayı yöneten bir sinema tanrısı.

Inglourious Basterds, Leone endamıyla Bir Zamanlar Batı’da gibi başlıyor, De Palma stilizmiyle Carrie gibi bitiyor. Film boyunca filmden filmde atlıyor. Birbirinden zeki karakterler politik doğruculuk nedir umursamadan o karizmatik cümleleriyle Golem’den giriyorlar; Riefenstahl’dan çıkıyorlar; Alman sinemasının altını üstüne getiriyorlar; aksanlar üzerine üstün yeteneklerini sergiliyorlar. Morricone’nin tüm filmografisine yayılan bestelerden, David Bowie’nin Cat People’ına kadar yayılan karma bir soundtrack de olmazsa olmaz. Yalan yok “Yahudi Avcısı” dışındaki diğer karakterlerin zayıflığı, kişisel olarak aksanlar üzerine yığılmış diyaloglardan “diğer filmleri kadar” yaratıcılık bulmamam dışında bir sinemaseveri hazdan haza koşturacak bir sinema şovu olduğu kesin. Ama Tarantino sineması içinde basit bir Kill Bill sonrası “Tarantino’nun 7. Filmi” olmaktan öteye geçemeyecek. Çünkü bu adamın sinema konusundaki bilgi ve hâkimiyetiyle Kill Bill formulünü uyduramayacağı bir sinema filmi yok bu dünyada. Atıyorum ileride Watergate Skandalını anlatan bir müzikal çekmek istiyorum dese, rahatlıkla tekrar hayranı olduğu yönetmenler arasında dolaşır, sinema dünyasının derinliklerine dalıp bir sürü yeni film bulur bugüne kadar büyük bir ustalıkla yaptığı gibi birleştirir önümüze koyar ve bayıla bayıla izleriz. Ama görünen o ki bugüne kadar tarz yaratan bir deha artık kendi tarzının takipçiliğinin ötesine pek geçemiyor.

Bununla birlikte evet bu film öyle bir formule uygulanmış altı tamamen boş bırakılmış bir “stil” filmi değil(Kill Bill de değildi). Yarattığı dünyayı boşlayamayız. Filmin kendini ileri götürdüğünü söylediği asıl iddia da burada başlıyor zaten. Inglourious Basterds “İçi sinefillerle dolu bir alternatif tarih filmi”. Tarantino, kendi dünyalarına, olaylara, durumlara (film içinde bazı yerlerde de dile getirildiği gibi) film izler gibi bakanların dünyasını yaratıyor. Başarılı olmaya başarılı ama kendini beğenmiş bir şekilde fazlasıyla idealize ettiği bu dünyadaki vahim olaylar ve politik olarak hatalı fikirler de diğer filmlerinde olmadığı kadar idealize.

Bir gerçek var ki şu sinema dünyası içinde Tarantino’nun kendini beğenmişliği kadar normal karşılanabilecek bir narsizm yok. Her yaptığıyla sadece sinemayı değil, popüler kültürü baştan aşağı etkileyen bir adamın kendini beğenmişliğini eleştirmek pek de gerçekçi değil, hakkı olduğunu da düşünüyorum. Ama o artık kendini beğenmiş efsane bir yönetmenden öte bir “kanaat önderi”. Her kanaat önderi gibi “hikmetinden sual olunmaz” bir şekilde yaptıkları ve söyledikleri karşılanıyor. Kendisi de bunun farkında.

Tarantino ilk çıktığından beri yoğun bir şekilde tartışılan bir konu Tarantinesk sinema içindeki ırkçı ve cinsiyetçi öğeler. Yönettiği, senaryosunu yazdığı, etkilediği bütün sinema eserleri içinde ırkçılık veya cinsiyetçilik olarak okunacak öğeler yer almış; bu öğeler de bazı kesimler tarafından ciddi tepkilerle karşılaşmıştır. Bu bence yanlış ve dogmatik bir tavırdı(r). Çünkü bu sinemanın ırkçılık, cinsiyetçilik gibi dertleri yoktur, tamamen umursamazdır, apolitiktir, sırf sinemasal güzelliği ve istismar etmeye yatkın tavrı için bu sinemanın içinde yer alır ve dikkate alınması gereksizdir. Zira Tarantino bunları asla filmin(veya kendinin) görüşü olarak sunmaz. Bugüne kadar Tarantino filmlerindeki bu öğelere hep böyle baktım ve çoğu zaman eğlenerek izledim. Tarantino hakkında benzer görüşleri paylaştığım birçok kişi de Tarantino’yu bu konuda hararetle savundu. Bugün görüşlerim değişmedi ama bu kadar da tavizkar olmamak gerektiğini anladım en azından. Çünkü Tarantino artık bir kanaat önderi ve Inglourious Basterds’da sevenleri tarafından yadırganmayacağının o kadar farkında ki bir II. Dünya Savaşı filmine yakışır şekilde ırkçılığın dibine vurmakta bir gariplik görmüyor. Önceki filmlerindeki ırkçılığın bu filmdeki idealize dünya ile artık farklı bir anlam taşıyacağının belki farkında değil ama ne kadar ileri giderse gitsin önderi olduğu çevre tarafından hoş karşılanacağının farkında. Dibine vurdukça vuruyor. Her ne kadar önceki filmlerindeki gibi ciddiyetsiz olsa da; bir tat olmaktan çıkıp filmin etrafında döndüğü mesele haline geliyor. Belli bodoslama bir anti-nazi meselesi değil, tüm Avrupayı dolaşıp, Amerikaya selam çakan bir çaba var filmde. Meseleye çift taraflı, hatta üç dört taraflı bakıldığı ancak ırkçılığın baki kaldığı bir çerçeve onunki… Ciddiyetsiz olmaya ciddiyetsiz ama bir tat olduğunu düşünüp es geçilemeyecek derecede yoğun bir durumda.

Bütün bunlar içinde herkesin ortak görüşü ortada bir Christopher Waltz oyunculuğu ve ona yazılan muhteşem karakter var. Bütün filmi taşıyacak derecede iyi bir karakter ve oyunculuk var. Aslında filmi güzel yapan birçok yönü var. Ama bütün bunlar filmi sadece güzel yapıyor ama Tarantino filmografisine bakınca hiçbir değeri yok bu güzelliğin.

26 Ocak 2010 Salı

0 Comments:

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger