Eşcinselliği Normalleştirmek

Milk – Gus Van Sant

Harvey Milk: İçimizden Biri

Son Akademi Ödül Töreni(2009)’ni hatırlayalım. Natalie Portman’ın kıyafeti, Hugh Jackman’ın sunumu, Mickey Rourke’un kolyesi, Slumdog ekibinin komiklikleri vs. eğlenceli olsa da çabuk unutulacak. Ama eşcinsel hareketinin geceye vurduğu damga öyle kolay kolay unutulmayacak. Ödül töreninden bir süre önce sinema dünyasının kalbi Los Angeles’ın da içinde bulunduğu California eyaletinde eşcinsel evliliği hakkının kaldırma çalışmalarının hızlanması eşcinsel hareketine desteğin yoğun olduğu sinema dünyasında da direk karşılığını bulur. Bu hareketin tam da kalbinde doğmuş Milk filmi de bunun sözcülüğünü yapar. Önce pek şans tanınmayan genç senarist Dustin Lance Black ödülü kapar ve sahnede için boşaltır, ardından da Mickey Rourke’un aylar öncesinden alacağına kesin gözüyle bakılan En İyi Erkek Oyuncu ödülünü bu filmdeki rolüyle kapan Sean Penn laflarını sıralar. Tabi bu laflar salondan da destek bulur. Bugün baktığımızda her ne kadar yasanın kaldırılmasını engelleyememiş olsalar da dünyanın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir eve ulaşan bu görüntüler öyle hiç boş geçilecek cinsten değildir. Bunlar modern dünyanın en büyük fobilerinden birine indirilmiş sert darbelerdir.

Milk filmi de işte tam böyle bir ortamda doğmuş bir film. Amerikan Sinemasının güncel olaylara ne kadar çabuk tepki verdiği, ABD’yi ilgilendiren her türlü olayın karşılığını sinemada bulduğu, Amerikalıların ta ilk elle tutulur hale geldiklerinden beri sinemanın gücünün ne kadar farkında oldukları malum. Bugün zaten zar zor elde ettikleri bu hakkın da ellerinden alınmasına karşı ilk giriştikleri işin sinema olması boşuna değil. Bu yüzden de Milk’i tartışırken sinemasal başarısını, sinema dışı etkenler üzerinden de tartışmak gerek. Çünkü film olarak başarısı aslında tam da bunlar üzerinden şekilleniyor.

Milk, bunca etken arasında hem güçlü bir propaganda filmiyken bir yandan da propagandanın kalıplarından bir o kadar uzak bir film. Bugüne kadar yapılan propaganda sinemasının, daha doğrusu taraflı bir sinemanın kalıplarından çok uzakta duruyor. Geçmiş filmlerine de bakarak özellikle Gus Van Sant’ten kaynaklanan bir naifliğe, sadeliğe sahip. Harvey Milk karakterine bakışı da bu sadelik etrafında şekilleniyor. Bu da aslında onu diğer tüm eşcinsel filmlerinden ayırıyor. Bugüne kadar ya heteroseksüellerin fiziksel şiddetine maruz kalan ya da melodram gibi bir aşk hikâyesi içinde karikatürize edilirken bulduğumuz eşcinseller ilk defa normal bir insan gibi çıkıyor karşımıza. Hem de Harvey Milk gibi en süper kahraman haline getirilmesi mümkün karakter üzerinden yapılıyor bu normalleştirme. Sant eşcinsellik üzerine yapılmış filmlerdeki bu aşırılıkların(her ne kadar birçoğu ve daha kötüsü gerçek hayatta mevcut olsa da) büyük bir çoğunluğu homofobik olan heteroseksüel izleyici üzerinde irrite edici bir etkisinin olduğunun farkında. Bu yüzden bütün filmi normal herhangi bir insanı anlatır gibi, herhangi bir başarı hikâyesi anlatır gibi anlatıyor. Bu başta korkaklık gibi görülebilir fakat öyle değil. Değil çünkü Sant bunu yaparken eşcinsellik üzerine söylenmesi gereken her şeyi söylüyor. Aslında tam da bu yapısıyla ilk defa ana akım bir film, eşcinsel hareketinin temel çıkış noktasına değindiğini görüyoruz: Normalleştirme

Bugüne kadar eşcinseller tüm hareketlerinde tek bir amaç için mücadele ettiler: Normal bir insan gibi görülmek. Cinsiyetleriyle ilgili olsun olmasın her yerde gördükleri muamele onların normal insan olarak görülmemesinin sebebiydi. Çoğunluk onları ahlaksız yaratıklar olarak gördü, daha sonra da sözde iyi niyetli bir tavırla “hastalıklı insan” gözüyle görülmeye başladı. Yani toplumsal dışlamayla bir nevi “karantinaya alınmalı” tavrı sergilendi. Bugüne kadar homofobiye karşı saldırgan bir tavırda olan filmler aslında daha sert ve aşağılayıcı bir karşılık gördü(örn: İ.ne Kovboylar)

Sant ise ilk sahnesinden itibaren normalleştirici bir tavır izliyor ve sonuna kadar bundan vazgeçmiyor. Milk’in de herkes gibi aşkları oluyor, hırsları oluyor, yenilgileri oluyor, diğer siyasetçiler gibi bir türlü siyasetten kopamıyor, tavizler veriyor, politik oyunların içine giriyor, eski aşklarını hatırlıyor… Tıpkı herhangi başarılı bir politikacı gibi; yönetimiyle, oyunculuğuyla hiçbir abartma yapılmadan; karakterine cinsiyetinden ibaret bakmadan ve bunun üzerinden nefret kusan laflardan kaçınarak, Harvey Milk’in önce insan olduğunu üstüne basa basa dile getirerek çizilen bir portre bu. Filmde Harvey Milk’e de diğer eşcinsellere de önce eşcinsel sonra insan gözüyle bakmıyoruz. Harvey Milk hangi cinsiyetten olursa olsun o kadar bizden, o kadar insan ki; onun eşcinsellik mücadelesi, homofobisi tavana vurmuş bir insan için bile kendi mücadelesiymiş gibi görülebilir. Milk işte sinemadan önce bunu başarıyor. Eşcinsellik normalleştiriliyor. Film boyunca eşcinsellik ahlaksızlık olmaktan da, hastalık olmaktan baskın ve nefret dolu sözlerle değil bu tavrıyla çıkarılıyor. İşte bu yüzden propaganda kalıplarına hiç uymamasına rağmen ama bir hareketin özüne bu kadar iyi hizmet eden az film bulunur.

Aslına bakılırsa sinema olarak öyle ekstra bir güzellik içermiyor. Hele ki Sant’in 2000lerde ne kadar ekstra güzelliklere sahip filmlere imza attığını düşünürsek bu gayet basit bir film. Sinema olarak da tavan yapmış bir film görmek içten değilmiş aslında. Sant ilk 15-20 dakika kendine özgü bağımsız havayı böylesine ana akım bir filme çok iyi yedirse de sonradan öykü anlatma derdi içinde bu havayı kaybediyor, sadece iyi bir hikaye anlatıcısından ibaret kalıyor. Bizi de olası bir başyapıttan ediyor. Ama gene de Sant’in ana akım sinemayla flört ettiği en iyi film Milk.

26 Ocak 2010 Salı

0 Comments:

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger