Ölüler Arasında Unutulmuş Bir Vampir: Martin

Martin – George A. Romero(1977)

“Ölülerin arasında kaybolmuş bir vampir”

George A. Romero, zombilerle ilgili neredeyse her filmde kendisine saygı duruşunda bulunulduğunu; zombilerle ilgili her yazıda isminden ilah gibi bahsedildiğini gördüğünde ne kadar gurur duyuyorsa; eminim “en iyi filmim” diye bas bas bağırdığı Martin’in bir türlü yüzeye çıkamaması onun o kadar sinirini bozuyordur. Aslında Romero ile ilgili filmografisine dair bir yazı bulursanız muhakkak size Martin’den bahsedecektir(hatta birçoğunda “pek bilinmese de Dawn Of The Dead ile birlikte en iyi Romero filmi” gibi cümleler görmeniz olası) Ama ne oluyorsa oluyor bu film bir türlü su yüzüne çıkamıyor. Peki neden hem eleştirmenlerin, hem Romero’nun, hem de fanlarının bu kadar sevdiği bir film bu kitlelerin dışına çıkamıyor?

Aslında o kadar da zor bir soru değil. Romero isminin sinema dünyası için ne ifade ettiğine bakmak yeterli: Romero = Yaşayan Ölüler(Zombiler). Romero’nun ne yazık ki Martin başta olmak üzere Crazies, Monkey Shines, Creepshow gibi kaliteli eserleri ölü dörtlemesinin görkemi altında o kadar ezildi ki bir türlü görünen filmler haline gelemediler. Ama bunların hepsinden ayrı olarak Martin sadece Romero sineması için değil, ait olabileceği, dahil edilebileceği her türlü janr(korku sineması, vampir sineması, dram, ergenlik filmleri vs.) için o kadar ayrıksı özelliklere sahip bir film ki bir türlü konumlanmamış olması, farklı beklentiler içinde kaybolup gitmesi normal.

Kısaca konusu, vampirlerin hiçbir niteliğine(Uzun köpek dişleri, gündüz dışarı çıkamama vs. ) sahip olmayan, bunun yanında kan ihtiyacını karşılamak için sürekli cinayetler işleyen ve bunun vicdan azabı içinde kıvranan genç vampir Martin’in kendisini küçüklüğünden itibaren şeytanlık ve vampirlik yüzünden dışlamış katolik büyük babasının evinde yaşadıklarını anlatıyor.

Romero bir vampir filmi konusunu alıyor ve ondan bir ergenlik trajedisi yaratıyor resmen. Martin’den bir yıl önce çekilen bir başka ergenlik trajedisi üzerine kurulu korku filmi Carrie(Brian De Palma) ile hikaye olarak benzerlikler taşıdığı görülebilir. Ergenlik, cinsellik, aile baskısı, din iki filmin de öyküsünün dönüm noktalarını oluştururken tür olarak bambaşka noktalara ilerliyor bu filmler. Carrie bu öyküyü bir korku sineması yapısı üzerinden ilerletirken; Martin’de Romero kendisinden hiç beklenmeyecek bir yöne sapıyor ve bir dram filmi çekmeye başlıyor.

Ailesinin çeşitli üyeleri tarafından sürekli şeytanlık ve vampirlik sebepleriyle baskı altında tutulmuş; vampirlere yapılan her muameleyi görmüş Martin’in trajedisi, vampir sineması içinde belki ucundan kendisi gibi aykırı bir vampir filmi olan The Hunger(Tony Scott)’daki John(David Bowie)’un trajedisine benzetilebilir ama o bile zorlama olur. Kaldı ki Martin bir vampir filmi olduğu kadar değil de. Romero film boyunca Martin’in öyküsünün temel hatlarını o kadar muğlâk bırakıyor ki; vampir mi, vampir olduğunu mu sanıyor, hayal mi görüyor hepsi muamma halinde filmin özüne güç vermeye başlıyor. Ama neresinden tutarsan tut öykü Romero seni götürmek istediği yere farklı trajedik bileşimler eşliğinde götürüyor ve acı faturayı finalinde kesiyor.

“Martin vs. Peder Merrin”

Bu faturayı Romero her filminde kesiyor. Belki de Romero sinemasını bu kadar özel ve güzel yapan da bu fatura. Sistemin kurumlarına sanatla kesilen acı fatura. İflah olmaz bir solcu olarak Romero; polisten, orduya; devletten, özel sektöre acımasız bir şekilde yumruğunu sallarken; Martin gibi görece yumuşak filminde din’i hedef aldığı her noktada birden kapkatı kesiliyor. Martin’in trajedisi din ile birleştiği her noktada Romero’yu diğer tüm korku sinemasından ayıran nokta açığa çıkıveriyor. ABD’de sistemin bütün kurumlarının kendilerini savunmak için kullandığı en güçlü silah olan sinema ve korku edebiyatı Night Of The Living Dead ile bir anda bu kurumlara çevrilmiş hale gelmişti. 70lerde ateizm korkusuyla din propagandası filmlerin(özellikle de The Exorcist) infial yaratması da cevabını da gene Romero’dan gördü. Bazı göndermelerle bu filmleri(özellikle de Exorcist’i) eleştirmesi bir tarafa; dinin ve din merkezli toplumların karakterize edilmiş hali niteliğindeki büyükbaba karakterinin film boyunca Martinin hayatında temele oturtulması; dini de Romero’nun temel meselesi haline getirmekte ve acımasızca saldırmakta. Her filminde olduğu gibi Martin’de de bu mesele o kadar zekice hem senaryoyla hem de filmle kontaklanıyor ki Romero’yu Romero yapan’ın sadece ölüleri diriltmek olmadığını açık açık gösteriyor.

Romero’nun devasa gore başyapıtı Dawn Of The Dead’den hemen önce yakın çevresiyle çektiği bu filmin ilk kurgusu 2 saat 45 dakika olmasına rağmen bugün sadece 95 dakikalık versiyonunu izleme imkanımız var. Böyle bir filmde 165 dakika boyunca Romero’nun neler anlatmış olabileceği ise birçoğumuzun merak konusu.

26 Ocak 2010 Salı

0 Comments:

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger