The Curious Case Of Benjamin Button - David Fincher


The Curious Case Of Benjamin Button - David Fincher





 

Genç Adam: Yaşlı olmanın kötü yanı ne?

Alvin Straight: Genç olduğunu hatırlamak.

(The Straight Story – David Lynch)


Bir çok büyük yönetmenin kariyeri içinde sırıtan eserler vardır. Bu esere iyi veya kötü demekten çok; yönetmen ile uyumsuzluğundan ötürü sırıtırlar. Özellikle gençliklerinde Hollywood içinde farklı çizgide ilerleyen yönetmenlerin Oscar’sız şu dünyadan gitmeme arzusu içinde çektikleri filmler olmanın yanında bazen daha derinlerde bir yönelim barındırıyor: Yaşlılık ve ölüm korkusu. The Curious Case Of Benjamin Button da ilginç bir şekilde her ikisini de içinde barındıran bir film.

 

"Oscarlık film" denilen "tür" yıllardır konuşulan bir şey. Yıllardır sinema yazarları Oscar alan filmler üzerine kafa patlatır, bir formül ortaya koymaya çalışır. Umut teması, Amerikan rüyası ve kahramanlık, Amerika’nın o zamanki politikalarına uygunluk, duygu sömürüsünün dozajı, yapılan kulis ve halkla ilişkiler çalışmaları ve arkasındaki şirket, Yahudi lobisi başta olmak üzere çeşitli çıkar gruplarının etkisi, ödülün verileceği kişinin kariyeri, filmin belirli bir kaliteye sahip olması vs. bir çok değişken düşünülerek Oscarlık film denilen ortaya konmaya çalışılır. Çoğu zaman doğru bulgular ortaya koysa da bu çizilen formüllere tam oturan bir çok filmin adının bile anılmadığı olur(Cinderella Man, Changeling vs.) ya da bir veya bir kaçı dışında hiç birine oturmayan filmlerin ortalığı kasıp kavurduğu(The Silence Of The Lambs, The Departed vs.) Tabii bütün bu değişkenleri ortaya koyma çabasının sebebi Akademiye olan güvensizlikte yatar. Ama Oscar ödüllerinin bu güvensiz imajı o kadar kuvvetliyken bile Amerika’nın, hatta Avrupa’nın en eleştirel yönetmenlerini, oyuncularını “Oscarlık film” çekip smokinler içinde penguenler gibi salonda gezindiğini, modacıların önünden kırmızı halıda yürüdüğünü görmek ilginç bile değildir, bir Oscar rutinidir.

David Fincher’ı da o salonda, ödüller sıralanırken görmek de bu senenin rutini. 90’ların sonunda Chuck Palahniuk gibi bir yazarın en aykırı, en anarşist romanına olabilecek en ateşli filmi çeken bir yönetmeni, bugüne kadar bütün filmleriyle bu tür formüllerden uzak kalan ve kendi türünü yaratan bir yönetmeni, 1o yıl sonra, daha 50 yaşına varmadan bu formuller içinde boğulan bir filmde bulmak ne yazık ki iç acıtıcı oluyor.


Ama Fincher’ın böyle bir filme yönelmesinin bambaşka bir sebebi var gibi görünüyor. İlk yarısında o çok eleştirilen Forrest Gump ile neredeyse birebir senaryosunun bir Amerikan Rüyası hikayesinden çıkıp, umutsuzluğa boğulmasının arkasındaki sebep de bu: Yaşlılık Korkusu. Nasıl ki geçen sene 90ların yerinde duramayan Coen’lerini son derece ağır ve oturaklı, mizahı derinlere itmiş bir filmle(No Country For An Old Man) gördüysek, 90ların bir diğer yerinde duramayanını da bu sene öyle görüyoruz. Görülen o ki yaşlılık korkusu hem yönetmenlere takdir edilme isteği getirirken, karamsarlığı da yanında getiriyor.

The Curious Case Of Benjamin Buton karamsar bir film. Korku dolu. Zamana karşı gelememeye, bir anlamda da insanlığın en büyük ütopyalarından bir olan “zamanda yolculuk”un imkansızlığına yakılmış bir ağıt. Fincher’da bütün derdini ana öykü de değil yan öyküde veriyor. Saat istediği kadar tersine dönsün zaman ileri gider, başka yolu yok, geçen zamanı geri getiremezsin. O saatin yerine asılan dijital saat de iç acıtıcı olduğu kadar gerçekçi de. O dijital saat bu filmdeki David Fincher’ı anlatıyor aslında. Geriye doğru çalışan eski saate ve bir ütopyaya yakılan ağıt ve ileriye doğru akan dijital saati kabullenme. Yok oluşu kabullenme.

Filmdeki ana öyküye göre küçücük yer tutan bu hikayecik de zaten filmin ana hikayesinden kopuk bir şekilde yer alıyor ve biraz kasıntı bir şekilde öyküye montajlanmış duruyor. Fincher başta ve sonra bu öyküyü o kadar ani hareketlerle ön plana çıkarıyor ki kopukluk açık bir hal alıyor. Sadece bu değil Fincher’ın zaman vurgusunu öne çıkardığı sahneler; özellikle de Daisy’ye araba çarpmasını anlatan sahne, filmden oldukça kopuk hatta hikayeye zarar verir nitelikte duruyor. Ama belli ki içini döktüğü bu hikaye ve sahneler Fincher için çok önemli yer tutuyor. Ana hikaye ile eklemlenmede başarısız olduğu göz önüne alınmazsa da film içinde de çok önemli bir yer tuttuğu aşikar.

Ana öykünün de bu yaşlılık korkusundan nasibini almadığını söylemek imkansız zira zaman olgusu Fincher’a ait bir dert olduğu görülse bile yaşlanma korkusu ona özgü bir korku olduğunu söylemek güç zira senarist Eric Roth’un da artık pek iyimser baktığı söylenemez. Birçok açıdan birbirine çok benzeyen Forrest Gump ile The Curious Case Of Benjamin Button’u yan yana koyduğumuzda bu karamsarlık her yerinden akıyor.

Bir yandan Benjamin Button karakteri yaşlı bir insanın ütopyasının ete kemiğe bürünmüş haliyken bir yandan da bu ütopyanın anlamsızlığının dile getirilişi. Filmin birçok yerinde andropoza girmiş erkek dokunuşunun ve hayallerinin hissediliyor olması bu ütopik hayalle alakalı. Bu yüzden de 50sinde bir daha izlenmesi gereken bir film The Curious Case Of Benjamin Button.

 

Peki bütün bunların Oscar ile alakası mı ne?

Hiçbir alakası yok. Film en büyük sorunu da zaten böyle dertlerin içinden bir “Oscarlık film” çıkarma çabası. Bu karamsarlık Akademi üyelerini ne kadar etkilemiştir bilinmez ama bugüne kadar sayılan şu “Oscar değişkenleri” içinde yer alanların birçoğu bu filmde de var. Hatta bütün bu karamsarlığın içinde yalancı bir atakla hayat devam ediyor demeye bile çalışıyor. Ama böyle öyküler Zemeckis ile, Spielberg ile güzel oluyor; bütünleşiyor, anlam kazanıyor. Fincher’a bir türlü oturmuyor oturamıyor. Bu filmin en büyük sorunu da bu yüzden David Fincher’ın ta kendisidir.




28 Şubat 2009 Cumartesi

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger