Kendim için Belgesel Sinemaya Giriş I: Son Buluşma


SON BULUŞMA - NESLİ ÇÖLGEÇEN

Bir belgeseli değerli kılan ne olabilir?

Bir belgeseli, kurmaca filmmiş gibi değerlendirebilir miyiz?

Öznel fikirlerimiz bir belgeseli değerlendirirken öne çıkmalı mı?

Bu tip soruları arttırabiliriz elbet. Belgesel sinemayla özel bir alakası olmayan, fazla derinliğine inmemiş ama festivallerde veya vizyonda olduğunca takip etmeye çalışan biri olarak, biraz dışarıdan bir bakışla cevaplamaya çalışılacak bu sorular. Bugüne kadar bu soruların aklımda çok da sorun teşkil etmemesi izlediğim belgesellerin çelişen bir noktada bulunmamasıydı, ama Nesli Çölgeçen’in Son Buluşma’sı bu çelişkiler yumağı içinde bıraktı beni. Biraz kişisel, biraz amatör bir bakış olacak bu.


Milli Mücadeleyi birebir yaşamış son üç gazinin son günlerindeki buluşmalarına götürüyor bizi Nesli Çölgeçen. Daha belgeselin anlattığı kişileri öğrenmekle beraber belgesel, ilk soruyu karşıma çıkarıyor. “Bir belgeseli belge niteliğindeki değerine göre mi tartmalıyız?” Çünkü Nesli Çölgeçen’in giriştiği proje olmasa bu dedeleri bir daha görsel olarak adam akıllı tanıma fırsatımız olmazdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan Milli Mücadele’yi gören son insanlar, tarihi belge niteliğindeki bu gaziler ölümleriyle beraber yok olup gideceği bir zamanda Nesli Çölgeçen sayesinde geleceğe taşınıyorlar, ölümsüzleşiyorlar; görüntüleriyle, söyledikleriyle, bir belge niteliği kazanıyorlar. Evet, bir çok belgeselin belge niteliği taşıdığını düşünebilir fakat bu belgesel kadar keskin bir ayrıma sahip değiller. Mesela Michael Moore Amerikan sağlık sisteminin sorunlarına dair bugün de bir belgesel ortaya koyabilir fakat Çölgeçen bu kadar kritik zaman ayrımında bu işe girişmese böyle bir belgesel olmayacak, bir tarih yok olup gidecek. Bunun Son Buluşmayı değerli kıldığı kesin, ama iyi bir belgesel yapar mı? Düşünmem gerek


Bu soruyu daha önce izlediğim belgesellerde kendime sormamıştım. Ya aklıma gelmemişti, ya da böyle bir durumla karşılaşmamıştım. İzlediklerim arasında bu tip değeri olan belgesellere aynı zamanda bir kurmacaymış gibi baktığımda da ortada olumlu bir sonuç vardı. Değerli bir belge niteliği taşımasının ötesinde de olumlu sonuçlar veriyordu. Son Buluşma’da bu yönün tıkanması bir anda belgesel sinemayla olan bağımın zayıflığından olsa gerek çelişkilere sürükledi beni. Çünkü Çölgeçen kurmacada gayet iyi bir yönetmen olmakla beraber ortaya benim kurmacaya çalışan kafamın bu filme çizdiği çizgileri pek aşamamış bir belgesel çıkarmış. Gazilerin karşısına kamerayı koyup birbirine benzer birçok cümleyi sürekli dinlediğimiz bu belgeseli izlediğim anlarda aynı zamanda yorucu bir günün ardından sinema koltuğuna yayılmış izlerken en az dört beş defa vücudumu düzeltirken, filmden kopmamak için çabalarken buldum kendimi. Kuşkusuz kişisel durumumu katarak değerlendiremem bir kurmaca veya belgeseli ama Son Buluşma oluşturmaya çalıştığı yapı veya akış şeması içinde de gayet tekdüze kalıyor. Peki bunlar bu belgeseli kötü yapar mı? Düşünmem gerek

Bütün bu sorular eşliğinde belgeseli düşünürken; Son Buluşma ile zihnim arasındaki duvarı ve bu duvarlar arasındaki boşluktan karşı tarafı nasıl oluyor da bu kadar yakından görebildiğimi düşündüm. Kuşkusuz iki cümlelerinden biri “gavur” olan üç gazinin ve çocuklarının hikayesi benim anlayışım için fazlasıyla itici kalıyor. Kabul etmem gerekiyor ki gerçek hayatta karşıma çıksa pek dayanılacak laflar olmazdı benim için. Çölgeçen her ne kadar bu gazilerin karakterlerine gittikçe daha çok yoğunlaşan bir belgesel çekmiş olsa da, sürekli tekrar eden bir biçimde yer alan “gavuru denize döktük” cümleleri Çölgeçen için de gayet önem arz ediyor. Bu anlayış uyuşmazlığı kurmaca bir filmi değerlendirirken de bir çelişki olarak karşımıza çıksa da buradaki ayrım daha derin. Son Buluşma filminden biraz dışarı çıkarak belgesel kavramına bakarsak, ortaya konulan bir gerçeklik olunca, kendi bakış açımızı tartmanın yanında yönetmenin bakış açısını da tartmamız gerekiyor. Çünkü yönetmenin sanatının yanında ortaya koymaya çalıştığı belge niteliğinde görüntüler var. Bir belgeseli öznellikten tamamen arındırma gibi bir görüş ortaya atmak saçma olabilir ama subjektif görüşlerle dolu bir belgenin de değerini ne kadar koruyacağı ortada. Tekrar Son Buluşma’ya dönersek filmin ve Çölgeçen’in hakkını yemeyeceğimi, bunun Son Buluşma’da iyi oturduğunu kabul etmem gerek. Çölgeçen muhtemel kendi görüşleriyle benzerlik taşıyan bu dedelerin fikirlerini ekrana yansıtmakta çekinmiyor ama bunun üzerine hiçbir oynama yapmadan ne kamera hareketleriyle, ne müzikle, ne de dış sesle müdahale etmeden olduğu gibi ekrana koyuyor. Müzik de kamera da Çölgeçen’in de asıl değer verdiği mevzu olarak düşündüğüm, neredeyse 90 yıl önceki olayla birbirine bağlanmış bu üçlünün arkadaşlığı mevzubahis olunca devreye giriyor. Ömer dede gavuru nasıl denize döktüğünü anlatırken belgesel tamamen müdahalesizken, Yakup dedenin sakalını tararken kamera duygusallaşıyor, müzik duygusallaşıyor, biz duygusallaşıyoruz. Çölgeçen bunca sömürü malzemesi içinde insanlar, yaşlılar ve arkadaşlar üzerine film çekmeyi; daha doğrusu elindeki malzemeyi oraya kırmayı başarıyor. Bu tavır belgeselle aramızdaki duvara bir anda delikler açıyor. Ama arasında delikler olsa da fikirlerim ile belgesel arasındaki koca duvar hala yerini koruyor. Belgeselle arama bu duvarı koymam doğru bir tavır değil farkındayım ama her biri belli bir tez doğrultusunda gerçekler ortaya koymaya çalışan belgesellere karşı fikirsel eleştirilerin de varlığı gerekmez mi? Fikirsel olarak yanlış inşa bulunan bir belgesel iyi olabilir mi? Düşünmem gerek


Son olarak da bu kurmaca kafayla belgeseli izlerken anlamadığım, sonradan başkaları söyleyince fark ettiğim, belgesel çekilirken bu üç gazinin baya bir zorlanması durumu var. Ne kadar gerçektir bilemem, kimsenin hakkını yemek istemem ama belgesel aklıma geldikçe benim için daha bir gerçeklik kazanıyor. Bu durum çoğu belgeselde vardır sanırım. Peki böyle bir etik bozukluk bir belgeseli kötü yapar mı? Düşünmem gerek

Son Buluşma yerine bir türlü karar veremediğim bir film halini almış durumda. Karşımda bambaşka payda değerleri var ve ben bunu ortak payda içinde toplamaya çalışırken çarpma bölme işlemleri içinde kaybolmuş durumdayım.

9 Eylül 2009 Çarşamba

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger