Süt - Semih Kaplanoğlu


SÜT - Semih Kaplanoğlu




**Yumurta ve Süt'ü izlemeyenler için spoiler içerir**

Semih Kaplanoğlu 2007 yılında çektiği Yumurta filmi ile hem bir üçlemeye başlamış; hem de sinemasını ve kendisini kendi halinde arthouse filmler çeken, ulusal sinemadan pek öteye geçemeyen bir yönetmen olmaktan çıkarmıştı. Meleğin Düşüşü umut veren ama sınır ötesine pek geçememiş bir filmdi, belki kapasitesi yetmemiş belki de pazarlaması iyi yapılamamıştı ama Yumurta her yönüyle evrensel bir film haline geldi. Yurtdışı festivallerde gösterimler, adaylıklar ve ödüller elde etti, yurtiçinde ise bütün ödülleri topladığı yetmediği gibi; Underground fanzinlerden, Hıncal Uluç gibi popüler kültür yazarlarına kadar herkesin konuştuğu bir film haline geldi. Kaplan Film Production her geçen gün pazarlama konusunda da kendini geliştiriyordu. Tabi Yumurtayı iyi pazarlanmış bir film olarak nitelemek nüyük bir hata zira Kaplanoğlu'nun ince ince işlediği bir sinema eseri. Bir üçleme olarak Süt'e gelmeden önce Yumurta'dan bir kaç kelam etmek gerekliliği kaçınılmaz, zira birbirine sımsıkı bağlanmış iki film Yumurta ile Süt. Muhtemelen Bal da öyle olacak. 

Kaplanoğlu sinematografik olarak Nuri Bilge Ceylan'a yakın olan bir isim. Ama 90 sonrası Türk sinemasında taşra ve varoş edebiyatı; üzerine tez yazılacak bir hal alırken; Kaplanoğlu'nun Yumurta'sını bu edebiyat içinde farklı bir noktaya konmasını sağlayacak bir özelliği var. O da pek göstermese de gerçeküstücü bir yapıya sahip olması. Kaderci bir film olması ve bu kaderciliği tanrısal bir kadercilik olması 90 sonrası şekillenen sinema içinde hiç rastlamadığımız bir durum ve Yumurta'yı ve Kaplanoğlu sinemasını bambaşka bir noktaya oturtuyor. Evet Zeki Demirkubuz da sinemasını kaderci bir anlayış üstüne oturtuyor fakat onun kaderciliği içinde tanrısal bir gücün değil varoluşçu bir anlayışın belirlediği kadercilik var. Kaplanoğlu Yumurtayı oturttuğu bu anlayış; onu Türk sineması içinde bambaşka bir yönetmen haline getiriyor.

Yumurta pek göstermese de tanrısal bir gücün taşraya bağladığı, onu taşradan çıkarmamak için tüm kaderin cilvelerini kullandığı bir tarafı vardı. Etkileyici bir yandı zira, çok gerçekci görünen bir sinema üzerinden ilerliyordu ve Uygar Şirin'in Yumurta hakkındaki yazısında dediği gibi Türkiye'de böylesine entellektüel bir çevreye hitap eden bir filmin spiritualist bir kadercilik üzerine bir film yapması düşünülmüyordu, zira filmin bu yöne de pek vurgulanmadı fakat böyle bir alt hikaye ile Yumurta gerçekten farklı bir film olmayı başardı. 

Süt ise Yusuf'un hikayesinde biraz daha gerilere gidiyor ve onu daha güçlü bir kader yumağı içine atıveriyor. Kaplanoğlu bu sefer gerçeküstü taraflarını daha bi belli ediyor. Evet gene gerçekçi bir film yapıyor ama gerçeküstücü alt hikayesini de gizleme gereği hissetmiyor ve bunu hem üçlemenin hikayesinin gelişimi hem de sinemasal güç bir olarak açılış sahnesinden itibaren ortaya koyuyor. Üçleme hikaye olarak geriye gittikçe tanrısal gücün Yusuf'un hayatı üzerinde daha fazla kendini gösterir bir halde olduğunu görüyoruz. Kaplanoğlu'nun sinemasında da bu gerçeküstülük daha fazla yer ediyor. Hem de daha ilk sahneden... Yusuf'u kasabaya sıkıştırıyor, o çıkmaya çalışıyor, annesi tavrını koyuyor. O çıkmaya çalışıyor, hocası tavrını koyuyor. O çıkmaya çalışıyor, süt alanlar tavrını koyuyor, askeriye bile çıkmasına razı değil. O çıkmaya çalışıyor yılan önüne çıkıyor, balık önüne çıkıyor ve anlıyor, orada kalmaya mecbur. Birileri böyle istiyor. Yumurtaya varıncaya kadar kasabadan çıkacağını biliyoruz ama geri dönüp kısılacağını da biliyoruz. 

Ama bir yandan da korku hikayesi gelişiyor Süt'de. Olunmak istenmeyen ama olunan; olunmak zorunda olan kader hem Yusuf'un hem de annesinin karşısına bir korku unsuru olarak dikiliveriyor. Bu noktada Süt; Yumurta'dan ayrılıyor. Hem Yusuf hem de annesi süt olarak kalamayacaklarını; er ya da geç mayalanacaklarının; peynir olacaklarının farkındalar, korkuyorlar ama zorundalar. Yusuf fabrika işçisinde; annesi görücüye gelen yaşlı kadının ellerinde bunu görüyor, korkuyor ve engellemeye çalışıyor. Yusuf fabrika işçisine "mecbur değilsin" diyor, kaderine karşı koyabilirsin diyor. Fabrika işçisi abisi ise "hayır mecburum" diyor. Kaplanoğlu ise kimin doğru söylediğini, o keskin ışığı gözümüzün içine kadar sokarak veriyor, dergide çıkan bir kaç şiir ise hatıra olarak kalıyor. O da bir inşaat işçisi veya sıradan kasaba hocası olacağını anlıyor. Yusuf üzülüyor, kaderine kısılmaya bozuluyor. Taa ki Yumurta'da kaderine razı gelmenin huzurunu keşfedene kadar. Yumurta'dan civciv olmak hem kaçınılmaz hem de o kadar mutluluk vericiyse; sütten peynir olmak o kadar sinir bozucu. Yumurtadan çıkan civciv can çekişmekte. Peynir olmanın zorunluluğu içinde Yusuf kıvranıyor. Yusuf süt olarak kalamaz, peynir olmak kaçınılmaz. Yılanlar sütü sever, süte gelir. Nereden geleceği de bilinmez. Gelmeden peynir olmak gerekir. 

4 Ocak 2009 Pazar

0 Comments:

 
Sinema Dedigin... - Wordpress Themes is proudly powered by WordPress and themed by Mukkamu Templates Novo Blogger